Heybeliada'ya Bir Bilet / Tunç LOKUM / S. 21-23
DEMONISOS’UN ADASI
Marmara Denizi’nin kuzeyinde, Dragos Tepesi açıklarında, Kocaeli
Yarımadası’ndan kopmuş, irili ufaklı dokuz adadan oluşan ve
“İstanbul Adaları” olarak bilinen takımadalar grubunun ikinci büyük
adası Heybeliada’dır.
Büyük ölçekli haritalarda bile görülmeyen, görülse de 2.35 km2
büyüklüğüyle bir iğne başı kadar dahi yer tutmayan Heybeliada’nın
tarih boyunca içine sığan dünyaları gördüğünüzde şaşırmamak elde
değildir.
Milattan önce yirmi binlerde, buzul çağının sona ermesi ve dünyanın
ısınmaya başlamasıyla kutuplardaki buzullar erimeye başladı.
Bunun sonucunda okyanuslardaki su seviyesi 150 metre kadar yükseldi.
Okyanuslardaki su seviyesinin olağanüstü şekilde artmasının
doğal bir sonucu olarak; Akdeniz’in yükselen suları, Çanakkale Boğazı
üzerinden, büyük bir çağlayan oluşturarak Marmara’ya dolmaya
başladı.
Heybeliada, önceleri ana karadan koparak ayrılmış, çıplak kayalıklardan
oluşan bir görüntü verirken, Ege’den Marmara’ya dolan
suyun akış hızı hesaplandığında, yaklaşık üç yıllık sürenin sonunda
dört ayrı tepeden oluşan bir adaya dönüştü.
Sarp kayalıkları içinde bakır ve demir cevherleri ihtiva eden
Ada’nın iç tarafındaki topraklar kızıl bir renge sahiptir ve bu topraklar
rengini içindeki demir oksitten aldığından “terra rossa” olarak vasıflandırılır.
Terra Rossa genellikle maki türü bitkilerin sevdiği bir toprak
cinsi olduğundan; Taş Meşesi, Bodur Ardıç, Koca Yemiş, Süpürge Çalısı,
Katır Tırnağı ve Yabani Zeytin gibi maki bitkileri kendiliğinden
Ada’nın üzerini kapladı. Makilerin arasında görülen tek tük kızılçam
ağaçları bir süre sonra Ada’nın karakteristik bitkisi haline geldi.
Manastırların açılmasıyla birlikte keşişlerin beraberlerinde getirdikleri
meşe ve zeytin fideleri ada iklimine uyum sağlayarak Ada’nın
birçok yerinde boy göstermeye başladı. Limanın üst tarafı zeytinlik
haline geldi. Ada üzerinde yerleşimin artmasıyla birlikte, akasya, ıhlamur,
erguvan, mimoza ve begomvil ağaçları da ada florasının vazgeçilmezleri
arasına katıldı. Bugün ada üzerinde gördüğümüz bitki
örtüsünün, yangınlar, hastalıklar ve kontrolsüz ağaç kesimleri nedeniyle
en fazla 120 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir.
Yüzyıllarca denizin ortasında, sadece martılara ve diğer deniz
kuşlarına ev sahipliği yapan Heybeliada, balık tutmak için Marmara’ya
açılan balıkçılar tarafından keşfedildi. Kocaeli Yarımadası’na bakan
ön tarafının güneybatıdan esen lodos rüzgarlarına kapalı olması
ve Karadeniz üzerinden gelen poyrazdan çok az etkilenmesi, kıyı boyunca
uzanan çakıl taşlı sahili, adayı, balıkçılar için kötü havalarda
güvenli bir sığınak haline getiriyordu.
Aristo’nun “Peri Tavmasion Akusmaton” (Hayret Uyandıran
Konular) adlı eserinde M. Ö. 2400’lü yıllarda, Demonisos isimli bir
Khalkedonlu’dan (Kadıköy) bahsedilmektedir. Demonisos, bir denizcinin,
Marmara Denizi’ndeki adaların birinde, suların içinde yeşil
taşlar gördüğünü anlatması üzerine kiraladığı tekneyle Marmara’ya
açılmış, adalar arasında bir süre gelişigüzel dolaştıktan sonra aradığı
yeşil taşları, Heybeliada’nın arka tarafındaki hilal şeklindeki bir
koyda bulmuştu. Kendisi yüzme bilmediğinden, tayfalardan birine
ödül vaat ederek suya daldıran Demonisos, tayfanın dipten çıkardığı
taşı incelendiğinde, denizin dibinde güneş ışınlarını kırarak yansıtan
yeşil taşların, tuzlu suyla oksitlenmiş bakır filizleri olduğunu anladı.
Bakır, o dönemde son derece değerli bir madendi. Kalayla karıştırıldığında
elde edilen bronz alaşımı, ısıyı iyi iletebilen, korozyona
dayanıklı eşya, silah ve heykel yapımında kullanılıyordu. Sicilya’da
bulunan Apollon Heykeli’nin de Çam Limanı’nda Demonisos tarafından
çıkarılan bakırla yapıldığı söylenmektedir.
Demonisos, koyun içindeki bakırı çıkarmaya ve işlemeye karar
verdi. Çam Limanı’nda kurulan ilkel ama işlevsel ocaklarda, bakır
filizleri önce yüksek ateşte eritildi, sonra türlü şekillerdeki kalıplara
döküldü.
Bu kalıplar, kölelerin sırtlarında Çam Limanı’nda inşa edilen
ahşap bir iskeleden gemilere yüklenerek, Kadıköy’e gönderildi. Demonisos,
bakır ticaretinden çok para kazanarak saygıdeğer ve itibarlı
bir adam oldu.
Demonisos’un Çam Limanı’na yerleşmesiyle birlikte “Demonisos’un
Adası” olarak anılmaya başlanan ada, yüzyıllar sonra burada
çıkarılan bakır madeninden esinlenilerek, “Khalkos”, “Chalki” isimlerinden
devşirilen “Halki” ismini aldı.
Halki sahilinde şimdi Deniz Lisesi’nin bulunduğu alanda iki ayrı
tatlı su kaynağı vardı. Bu sular adaya çıkan balıkçılar için bir yaşam
kaynağı oldu. Bu nedenle bazı balıkçılar, ılıman bir iklime ve içilebilecek
tatlı su kaynaklarına sahip olan Halki’ye yerleştiler ve barınabilmek
için kısıtlı imkanlarıyla derme çatma barakalar yaptılar.